recep tayyip erdoğan, bir ilizyonist.
refah partisi’ndeki 50 yaş üstü bunak çetesinin “kendi kitlemizden oy alsak yeter” bakış açısını kabul etmeyip, genç kadroları bir araya getirerek akp’yi kurdu.
refah partisi’ndeki 50 yaş üstü bunak çetesinin “kendi kitlemizden oy alsak yeter” bakış açısını kabul etmeyip, genç kadroları bir araya getirerek akp’yi kurdu.
üzerine geçirdiği kılıf ile kemalist rejimi tasfiye etmek için başta liberaller olmak üzere; kürtlerin, alevilerin, solcuların, milliyetçilerin kapısını çaldı. “kimsenin hayat tarzına karışmama”, “batılılaşma”, “özgürlük”, “demokrasi” diyerek gittiği herkesi manipüle etti.
kemalist rejime vurdukça, seçim üzerine seçim kazandı. fethullahçılar ile kurduğu ittifak sayesinde başta türk silahlı kuvvetleri olmak üzere kemalist rejimi savunan tüm kurumları çok sert yöntemler kullanarak tasfiye etti.
tüm bunlar yaşanırken başta liberaller olmak üzere, cihangir solcuları ve kürtler zevkten mastürbasyon yapıyor, bir orgazmdan diğerine koşuyorlardı. doğuda atatürk heykelleri indiriliyor, kurumlardan t.c. ibareleri kaldırılıyor, andımız yasaklanıyordu.
kürt açılımı, terör açılımı, alevi açılımı, bilmem ne açılımı derken baktık ki açılmadık yerimiz kalmamış. türk yurdunda türk’üm demek “faşizm”, geri kalan tüm etnik kimliklerin kendilerini ifade etmeleri “özgürlük” olarak görülür oldu.
cumhuriyet dönemi boyunca dişimizden tırnağımızdan biriktirerek kurduğumuz fabrikalar/kurumlar baba malıymışçasına satıldı.
ama, “yol yabdı!”
ama, “yol yabdı!”
ilk 10 yıl yurtdışından gelen sıcak para ve satılan kurumlar ile rüyada gibi yaşadılar.
abdullah gül ile başlayan fikir ayrılıkları, kendi iç dinamikleri için önemli değişikliklere sebep oldu.
yanılıyorsam dürtün ama sanırım refah partisi dönemindeki “yenilikçi” düşüncenin arkasındaki isim de abdullah gül’dü. sonunda gül’ün gidip, erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte hiçkimsenin farkına varamadığı değişim hız kazandı.
2009 yılı sonuna doğru türkçülüğü tamamen yerin dibine sokarak açılımlar başladı. bu anlamsız ve realiteden yoksun denemenin bedelini türk milleti olarak çok ama çok ağır şekilde ödedik.
kürtlerle olan açılım meselesi 2015 yılı gibi tamamen sona erdi ve islamcılar ile kürtlerin aşkı bitti. o ana kadar zevkten dört köşe olan kürtler, aşk acısıyla “neyi” büyüttüklerinin farkına vardılar ama iş işten geçmişti.
dersane meselesi, fethullahçı ibneler ile olan ortaklıklarını sarstı. güç kavgaları öylesi bir noktaya geldi ki; 15 temmuz 2016 tarihinde devleti yönetenlerin “ne istedinizde vermedik?” dedikleri adamlar, devleti yönetenleri aşağı indirmeye kalkacak kadar ileri gittiler.
akp buna “darbe teşebbüsü” derken, karşı cenah “tiyatro” olarak gördü.
sonrasında yaşananlar malum, fethullahçılara kan kusturdular diyeceğim ama komik olur. en basit örneği, ben bingöl’ün genç ilçesi delengez üs bölgesi’nde askerdeyken bölge komutanımız mehmet dişli idi.
general olduktan sonra haberlerde adını gördüm ki fethullahçı darbe yanlısı kadronun içindeymiş. abisi olan şaban dişli büyükelçi olarak atandı. öyle bir mücadele işte...
buraya önemli bir not eklemek istiyorum: tüm bu süreçler ile recep tayyip erdoğan raydan çıkmıştı ama kontrolü tam olarak kaybetmesi erol olçok’un ölümü ile başlıyor. bu isim öylesine okuyup geçeceğiniz kadar önemsiz değil.
hitler için joseph goebbels ne ise, recep tayyip erdoğan için erol olçok o. ölümü sonrası erdoğan için hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
“hoca” dedikleri ahmet davutoğlu dönemi ise ibretlik. müsamere sırasında koltuğa oturtulan çocuklar gibi başbakanlık koltuğuna oturttular, çocuk gibi davranmak yerine yetişkin gibi davranmaya başlayınca kulağından tuttukları gibi ağlatarak koltuktan kaldırdı, istifa ettirdiler.
suriye bataklığına saplanmamızda, 5 milyondan fazla suriyeli mültecinin ülkemize girmesinde başrol oyuncumuz “ahmet hoca” diyerek pohpohladıkları 7/24 gülen suratlı bu bıyıklıydı.
“orta doğu’da bizim iznimiz olmadan yaprak kımıldamaz” diyerek bir gazla suriye’ye girdiler, süleyman şah türbesini “ypg desteği” ile taşımak zorunda kaldılar. dünya üzerindeki ilk “seyyar türbe” bu dönem icat edildi.
sonrası malum, bırakın yaprak kımıldamasını; orta doğu’da taş üstünde taş kalmadı. “birkaç öfkeli genç” dedikleri ışid teröristlerinin 2 askerimizi diri diri yaktıklarını izledik...
patlamalar, ölümler, yaralanmalar, daha fazla baskı, tutuklamalar, tehditler (“400 vekili verin bu iş huzur içinde çözülsün.”), hukuksuzluk, nepotizm, cinayetlerin üstünü örtme “rabia naz vatan”, kutuplaştırma, ekonomik kriz dozunu artırarak katlanılmaz bir hale geldi.
sonuç olarak bu satırları yazdığım an itibariyle “daha çok demokrasi”, “özgürlük” söylemlerinin yerini despot uygulamalar ve demokrasi maskesi takmış otokrasi aldı.